Haber
July 3, 2012

Atina: Potansiyel bir Eşikler Kenti mi?

yazan

NCR-02 sayfalarından Stavros Stavrides (Atina) imzalı bir metin

Çağdaş kentsel teoride anklavlar kenti, kentsel mekanı kısımlara ayırmaya yönelik somut bir eğilimi temsil eder (Marcuse 1995 ve Marcuse ve Van Kempen 2002). Anklavlar kentinde düzene tabi tutulan ve mekansal anlamda empoze edilen, yalnızca kültürel değil, ırk ve etnik köken bağlamında da gözetilen ayrımlardır. Burada gelir ve mevki (dolayısıyla iktidar) açısından farklılıklar da etkili kılınır. Mekan yalnızca bu ayrımları ifade etmekle kalmaz. Mekan aynı zamanda yerinden edilmenin, güçlendirilmiş anklavlarda güvenli barınmanın, düzene tabi tutulan hareketin ve sınırlı erişilebilirliğin konumlandırılmış deneyimleri karşısında geri adım atarak bu ayrımların üretilmesi sürecine ortak olur. Mekan insanları bir düzene tabi tutar, yönlendirir ve iktidarın deneyimli sınıflandırma bilincini onlara dayatır.

Bugün her şehir açıkça veya üstü kapalı bir şekilde bölünmüştür. Her şehir kentsel takımadalar oluşturan mekansal anklavlarla tanımlanır. Sınırlar yalnızca devletler arasında değildir, tüm dünya kentlerinde sınırlar vardır ve ayrım yapan mekansal düzenleyiciler olarak işlev görürler. Ayrım yapmak her şeyin ötesinde mekansal forma dair bir meseledir. Irkçılığın sosyal politika olarak kabul gördüğü ülkelerin mimarları ve planlamacıları sosyal ayrıma uygun kentsel formlar bulmak konusunda öncülük ettiler. Her ırkın kendi yerleşim alanına sahip olduğu, ayrımlandırılmış ve etrafı çevrili “kentsel köyler” yaratırken R. Owen ve E. Howard’ın ütopik modellerini benimsemiş olmaları şaşırtıcı değildir (Bremner 2005:123). Kentin tamamını kapsayan ayrımlandırma düşüncesi aslında etkinlik ve çatışmadan kaçınma söylemini temel alan utopik bir projedir. Bu ütopyaların erken dönem sosyalist ütopyalarla ortak noktası insanlara sınıflandırma bilincinin empoze edilmesinin ebedi bir sosyal düzeni güvence altına alacağı inancıdır.

Anklavlar kentinin örgütleyici ilkeleri kadar bu ilkeleri meşrulaştıran kentsel hayal gücünü de reddetmemiz gerekiyor. Çatışmaya (etnik, ırksal veya başka sebeplerle) eğilimli oldukları varsayılan kitleleri kontrol etmek amacıyla bölümlenmiş ve ayrımlandırılmış bir kent planlama düşüncesini aşmalıyız. Ve anklavlar kontrollü sınırlar ve tanınabilir kontrol noktaları ile tanımlandığı için, sınırlara dair adaletli veya sürdürülebilir bir tanımlamayı amaçlayan tartışmaların da ötesine geçmeliyiz. E. Balibar’ın önerdiği gibi, sınırsız bir dünya ütopyasının yalnızca çokuluslu girişimler tarafından kontrol edilen bir dünya kabusuna yol açabileceği doğrudur (Balibar 2002:83). Yine de şu var ki, sınırların yerine geçitleri koyabiliriz. Adına kentsel eşikler diyebileceğimiz arada kalmış yerlerle yapılanacak bir kentsel doku tasarlayabiliriz: birbirine bağlarken ayıran ve ayırırken bağlayan yerler (Simmel 1997: 66-69).

Kentsel eşikler kentsel parantezler değildir. Kentsel eşikler tampon bölgeler, veya ayrılmış kentsel bölgeler arasındaki hiç kimseye ait olmayan yerler de değildir. Kentsel eşikler daha çok ötekiliğe uzanan köprüler gibidir. Ayırma yoluyla değil, kıyaslama yoluyla farklılaştırmanın mekansal karşılığını oluştururlar. Dolayısıyla kentsel eşikler farklı insanların birlikte yaşamalarına, iletişim kurmalarına ve farklı kültürlerini empoze edilmiş bir homojenliğe indirgemeden ortak hayatlarını istedikleri yerde, zamanda ve şekilde kurabilmelerine yardımcı olacak bir mekansal form olabilirler.

Adaletli ve barışçıl bir anklav, yani bir tür içine kapalı hümaniter ütopya olarak tasarlanan ideal kent düşüncesinin ötesine uzanmalıyız. Bir kentin hayatta kalabilmesi için gözenekleri geçirgen bir çevresel sınır mutlaka gereklidir. Kentsel eşikler bu kent “gözenekler”inin karakterini tanımlayabilir (gözenek kelimesi antik Yunanca’da geçit anlamına gelir).

H. Lefebvre bir kehanette bulunurcasına kente dair hakkın tüm hakların hakkı, tüm insan haklarının toptan uygulanması olduğunu iddia etmişti (Lefebvre 1996: 158). Onun için kent bir zamanlar kollektif üretilen bir sanat eseriydi ve yeniden öyle olmalıydı (aynı kitaptan 173-174). Bunu başarmak için eşitlik, her ne kadar mutlaka gerekli olsa da, yeterli değil. İnsanların sürece doğrudan dahil olarak ve karşılıklı farkındalıkla kendi kentlerini yaratma fırsatına sahip olmaları gerekiyor. Kentsel eşikler kullanım sürecinde yaratılabilen sosyal mekansal eserler olabilir. Eşikler üzerlerinden aşılmak için varolurlar. Eşikler üzerlerinden aşıldığı zaman var olurlar. Dahası, eşikler, potansiyel olarak, insan etkileşiminin, alışverişinin, iletişiminin anlamını, ikramın anlamını ifade edebilirler (Stavrides 2010). Dolayısıyla kentsel eşikler gündelik yaratıcı ortak varoluşun icra edilirken görünür hale geldiği günlük hayata ait sembolik bölgeler olabilirler.

[1] Anklav: Siyasi coğrafyada, tamamen başka bir siyasi bölgenin sınırları dahilinde yeralan siyasi bölgeye anklav toprak denilmektedir.

Kaynaklar
Balibar, E. (2002) Politics and the Other Scene, London: Verso.
Bremner, L (2005) “Border/Skin” in M. Sorkin (ed.). Against the Wall, New York: The New Press.
Lefebvre, H. (1996) “Right to the City” in E. Kofman and E. Lebas (eds.), H. Lefebvre. Writings on Cities, London: Blackwell.
Marcuse, P. (1995) “Not Chaos, but Walls: Postmodernism and the Partitioned City” in S. Watson and K. Gibson (eds.) Postmodern Cities and Spaces, Oxford: Blackwell.
Marcuse, P. and Van Kempen, R. (eds.), (2002) Of States and Cities. The Partitioning of Urban Space, Oxford: Oxford University Press.
Simmel, G. (1997) “Bridge and Door” in N. Leach (ed.) Rethinking Architecture. A Reader in Cultural Theory, London: Routledge.
Stavrides, S. (2010) Towards the City of Thresholds, Trento: Professionaldreamers.

paylaş