Haber
December 19, 2012

NCR-07 [Ekoloji]: Ekolojik Risk ve Spekülasyon

yazan


Şevin Yıldız interviewed John May for the NCR-07 [Ecology]

ŞY : Yazılarınızda bir kavram olarak sürdürülebilirlik ifadesinin tutarsız ve siyaseten yetersiz olduğunu, dolayısıyla farklı biçimlerde saptırılmaya açık olduğunu öne sürüyorsunuz. Bu saptırmalar ekolojik riskler konusunda taşıdığımız korkudan mı besleniyor? Son 10 yılda tanık olduğumuz onca felaketin ardından, gayrimeşru müdahalelere alan açmak için bu riskler kentsel mekânda hâlâ kasıtlı olarak yanlış mı yönetiliyor?

JM : Sürdürülebilirlik gibi bir kavramın bugün anlam yükünü kaybettiği iki ayrı boyut tespit etmek mümkün. Bunlardan ilki etik-politik boyut, yani kavramın çoğu durumda kasıtlı olarak ve gayet samimiyetsiz biçimde bir pazarlama sloganı olarak kullanılması. Bana kalırsa bu süreçte karmaşık ya da şaşırtıcı bir şey yok, daha genel düzeyde bunu propaganda gibi düşünebiliriz. Hepimiz burada neler olup bittiğini görüyoruz, bu süreci anlamak, maskenin ardında olanı görmek için sofistike kuramsal uğraşlara girmemize gerek yok.

Ancak burada ikinci bir boyut var ki, bu boyut biraz daha farklı ve gizli bir problemin ortaya çıkmasıyla oluşuyor. Gizli diyorum çünkü dilimizin altında yer alıyor, tarif etmesi güç. Kastettiğim, istikrarlı bir Doğa fikri hayali üzerine inşa edilmiş olan bilimsel dünya görüşünün çökmüş olmasıdır. Bu dünya görüşü geride bıraktığımız yüzyıl zarfında yönünü hızla yitirmiştir, bugün için şaşkın ve istikametsizdir. İlerleme, gelişme, büyüme, verimlilik, yenilik, üretim ve icat gibi en kıymetli amaç ve hakikatlerini dillendirdiğinde bu hakikatlerin ne sonuçlar doğurduğunu da gizliden gizliye bilmektedir. Bu açmaz öyle kolayca tarif edilip çözümlenecek bir ‘sorun’ değil, tüm hayat biçimlerini çekim alanı içinde tutan muazzam yoğunlukta tarihsel-felsefi bir koşuldur.

Başka bir deyişle –eğer sizin sorunuzu sorarken kullandığınız dili kullanacak olursak– bu ikinci boyut ‘çevre sorunları’ dediğimiz sorunların (kasıtlı ya da kasıtsız biçimde) ‘yanlış yönetilmesi’nden ziyade, modernizasyonun artık inkâr edilemez boyutudur. Hayatın belirsizliklerine çözüm olarak tekno-bilimsel yönetimi kendine son derece güvenerek koyan modernizasyon, “doğal”ı tasavvur ediş biçiminde hatalı olduğunu göstermiştir. Bugün artık kim bu ifadeyi ciddi ciddi kullanabilir? Ne var ki bu ifade dilimizde ve muhakeme biçimlerimizde yer etmiştir; hatta tüm bir ekoloji alanı, Modernliğin Doğa’sı ile yedi yüzyıl boyunca bu temelde dünyaya müdahale etmiş olmanın hakiki, pratik sorunları arasındaki gerilimi yaşamaktadır.

ŞY : Freshkills Park’ın yenilenmesi ile ilgili parıltılı imgelerin yarattığı iyimserlikle ve de süreçlere dair kayıtsızlıkla ilgili görüşleriniz, bana Giancarlo de Carlo’nun 1960’larda uğruna mücadele ettiği pozisyonu anımsatıyor. De Carlo, illa ki önüne konan standartlarla ve taleplerle uyumlu olması gerekmeyen (onun için bir örnek toplu konut standartlarıydı), bunun yerine süreçleri tartışmaya açan bir mimar etiğini savunmuştu. Medya ve kentsel politikada görünür olan çevre bilimsel verilerdeki değişimden ötürü bugün bu rolü üstlenmek daha zor mudur?

JM : Eğer soruyu doğru anladıysam, bir anlamda evet diyebilirim. Bugün gözünü etrafında olup bitenlere açmak isteyen bir uygulamacı için durum neredeyse imkânsız denecek düzeyde kafa karıştırıcıdır. Bu kişiler belirli idealleri –bir kez daha ilerleme, yenilik, verimlilik, performans, vs.– yüksek mertebede tutan ve mimari akıl yürütme için bir tür model teşkil eden bir teknik akıl yürütme üzerinden eğitim görüyorlar. Ancak açık olan bir şey var ki, bu düşünme biçimi artık eleştirel olmayan bir yolla kabullenilemez. Çevre tarihi kitapları Modernliğin ‘niyet edilmemiş sonuçları’na dair anlatılarla dolup taşmıştır. Bu da tasarım alanını (tıpkı diğer praksis alanları gibi) güç bir konuma hapsetmiştir, çünkü elbette bizler için teknolojik angajmanın basit biçimde reddi söz konusu değildir. Sonuç olarak insanın bilimsel ve bürokratik süreçlerle arasına neredeyse kaçınılmaz bir belirsizlik girmiştir.

Ancak eğer tasarım alanı kendisini bir takım idari aygıtların basit bir uzantısı olarak görmek istemiyorsa, bu rolle sınırlanmayı reddedebilecekse, o halde bu durum karşısında paralize olmamak gerekiyor demektir. Tasarım alanının kendisini başka bir şey olarak ortaya koyması gerekiyor: belki de modern çevresel aklı sarıp sarmalayan teknik kataliz döngüsüne kapılmamış hayat biçimlerini örgütleme ve ortaya koyma kapasitesini haiz bir medyum olarak; dünyada yaşamanın ne anlama geldiğini çok daha verimli bir kavrayışla deneyimleyen maddi felsefeler olarak. Ben hiçbir zaman iyimser olmamamız gerektiğini iddia etmedim, ancak pratiklerimizde taklit doğalcılıkların kafası karışık bataklarına saplanıp kalmamak için sahte iyimserliklerden de uzak durmak gerekiyor.

ŞY : Kentsel alanlardaki esneklik etrafındaki tartışmaların, sürdürülebilirlik mefhumunun sahip olduğu belirsiz konumu doldurabilecek süreç-odaklı hakki çabalar olduğunu düşünüyor musunuz? Bu, sizin “sürekli yeniden kavramsallaştırma” aciliyeti dediğiniz şeye bir yanıt olabilir mi?

JM : Dürüst olmak gerekirse ben ‘esneklik’, ‘süreç-odaklı’ gibi bir dile karşı son derece şüpheciyim. Bana kalırsa bunlar bugün artık son derece yıpranmış olan bir denklemin bir kez daha ifade edilişinden başka bir şey değil. Denklem şu: ‘doğal ve yapay süreçler’ dediğimiz şeylerin tekno-bürokratik idaresi, eğer modern bilimsel ilkelerin mutlak yetkisine teslim edilirse, nihayetinde modern hayat biçimlerimizi tedricen kusursuzluğa erdirecektir ya da en azından onu ‘besleyecektir’. Buradaki mesele elbette ki bilimsel hakikatlerin izlenmesinden ziyade, dar biçimiyle anlaşılan bu ilkelerin varoluşun tüm bir imgesini tasarlamaya yeterli olacağı anlayışıdır. Çok uzun zamandır bunu deniyoruz zaten, şimdi aynı şeye –verimlilik, performans ya da esneklik gibi– başka bir isim vermek, eğer bu isimlendirme kendi soybilimini içermiyorsa, çok da bir şey değiştirmeyecektir. Diğer yandan, eğer ‘bu’ (‘esneklik’ ya da başka bir kavramsallaştırma) bizatihi kendisinin sahip olduğu epistemik bağlantıların ve benzerliklerin tedricen bilincine varabilirse, o durumda kendi geçmişiyle yüzleşebilir ve kendi alanını genişletebilir. Hayatı, her biri çok daha düzenli ve verimli kılınması gereken sonsuz süreç dizileri olarak kavramanın bedeli olarak ne ödedik? Eğer ‘kentsel esnekliği’ savunanlar bu sorunun ezici ağırlığıyla gerçekten hesaplaşabilirlerse, işte o zaman pratiklerimizi modern-olmayan hayat imgesine açmaya başlayabilirler.

paylaş

Cevapla

You must be logged in to post a comment.