Haber
September 4, 2012

New City Reader 05 mektupları!

yazan

Charles Jencks, David Kohn, Şeyla Benhabib ve Merve Kaptan, New City Reader’ın beşinci sayısı için İstanbul’a mektuplar yazdı.

İstanbul – Zaman Şehir

İstanbul ve Roma, taş yapılar ve kazıların damga vurduğu binlerce yıllık tarih katmanlarıyla, dünyanın en mükemmel zaman şehirleridir. Ama bir bakıma, İstanbul ve bir bütün olarak Türkiye, tarihsel katmanlarının zenginliği ve çeşitliliğiyle, bu konuda dünyanın en önde gelen yeri olma noktasında Roma’dan daha fazla hak iddia edebilir.

Türkiye dünyanın ilk neolitik yerleşimlerinden bazılarını topraklarında bulunduruyor. Örneğin kentleşmenin ilk olarak ortaya çıktığı Çatalhöyük, ilk kent toplumuna yol açan koşullar konusundaki görüşlerimizde devrim yaratan 12000 yıllık yerleşim Göbekli Tepe. Neolitik Dönem’in başlaması, tarımda gerçekleşen devrim – yani buğdayın mutasyona uğraması sonucunda insanların şehirlerde bir araya toplanıp, çifçilikle geçinmeye başlaması – yüzünden değil başka bir şaşırtıcı sebepten ötürüydü. İnsanlar tapınmak için eş merkezli çemberler oluşturup bir araya geliyor veya bu dairesel düzen üzerine yerleştirdikleri mimari anıtlar inşa ediyorlardı. Son on yedi yıldır kazılmakta olan Göbekli Tepe üzerleri heykel oymalı ve hayvan kabartmalı T-şekilli monolitlerden (taş anıt) meydana gelmişti. Kabartmaların çoğu dişlerini gösteren, kızgın yırtıcı hayvanlara aitti. Bunlar da en az, her T-şekilli monoliti dev bir insan figürüne dönüştüren uzun kollar ve ince parmaklar kadar tuhaf ve tekinsiz görünüyorlardı. Göbekli Tepe’de insanlar nesiller boyunca, bir T çemberinin içine veya etrafına bir başka T çemberi inşa etmek için muazzam bir çaba harcamışlardı. Monolitlerden bazıları Stonehenge’dekilerle kıyaslanabilir. Bu kolektif inancı destekleyen ritüel şu anda bizim için bir esrar perdesi ardında gizleniyor ama arkeologlar ve antropologlar şimdi bu yaratımları çok güçlü bir sosyal uyum içerdiği için “dinin doğuşu” olarak adlandırıyorlar. On iki bin yıl önce Neolitik Devrim’i başlatan şey, anlaşılan o ki, bu “bilinen en eski tapınak yerleşimi” idi. İstanbul’da ise en eski yerleşimin tarihinin en az bu kadar eskiye uzandığı ispatlandı.

Bu gibi bölgelerde yeni binalar inşa etmenin doğuracağı sonuçlar ne olacak? Zaman Şehir, dağın jeolojik kesiti gibi farklı çağ katmanlarının bileşimidir; farklı katmanlarını materyaller, renkler ve kimyalar şeklinde gösterir. Aslında bu katmanların her biri natüralist bir tarih manzarası, indekslendirilmiş bir zaman göstergesi ve silinip yeniden yazılmış birer kültür parşömeni sunar. İstanbul Zaman Şehri’nde yapılar inşa etmek bu katmanlaşmayı korumak ve dramatize etmektir. İnşaat yeni veya doldurma bir toprak parçası üzerindeyse, bu katmanlaşmanın yapay bir benzerini yaratmaktır. Zaman Şehir, çağlar içinde inşa edilir; mimar evrimleşmeyi, yıkımı, ve sikkelerin yeniden basılmasını – silinip yeniden yazılan parşömeni – bilincin ışığıyla aydınlatır.

(Theodosius’un Katmanlı Duvarları … ve Yeni Yapay Duvarlar)

Charles Jencks


Sevgili Dost,

Tanışmamızın üzerinden iki buçuk yıl geçti bile. Beyoğlu ve Galata’nın sisli sokaklarında ve Boğaziçi’nin kuzey kıyılarında bize rehberlik edişini gülümseyerek hatırlıyorum. Ama ziyaret ettiğimiz bütün yerlerin içinde, asla unutamadığım Sulukule’dir. Semtin büyük bir kısmı çoktan yıkımdan geçirilmişti ama ihtiyar bir kursağın ağzındaki birkaç diş gibi geriye birkaç sivri ev kalmıştı. Molozların arasından kendimize yol açıp, küçük avlulara çıktık. Roman ev sahiplerimiz kutlamalar ve müziğin hakim olduğu sokaklarıyla şimdi neredeyse kökünden sökülüp atılmış bir dünyayı hissizleşmiş ifadelerle anlattılar. Şimdi İstanbul’a dönüşüm yaklaştıkça, düşüncelerime bir ürperti sızıyor. O birkaç avludan geriye şimdi ne kalmıştır? Şehir kalıntıların üzerini bir gelişim battaniyesi ile örtmüş müdür? Sulukule hikayelerinden uyanıp kalkmış hayaletlerin doldurduğu sokaklarda dolaşmaktan korkuyorum. Umarım bir zamanlar bana o kadar keyif veren şehirde bana bir kere daha rehberlik edebilirsin.

David Kohn


İstanbul’a, doğduğum bu şehre her dönüşümde, kalbime asılan o şeyi ne zaman hissedeceğimi sorarım kendime. Kalbimdeki bu şey, sanki birisi bir tendonumu çekiyormuş gibi, fiziksel acı veren bir his. Beklenmedik zamanlarda geliyor: Karaköy Köprüsü’ndeki balıkçıların manzarası; Adalara gidip gelen yolcu vapurlarının düdüğü; vapurlara ve balıkçılara eşlik eden martıların tuhaf bir şekilde insansı olan haykırışları; közlenmiş mısır kokusu; ama herşeyin ötesinde, deniz manzarası, Boğaziçi – İstanbul sakinlerinin kalbinden geçen bir damar gibi, o mavi mucize. Aaah derim, ve kendimi denizle sarılıp sarmanlanmış hissederim, burnumda deniz tuzu, damağımda yosun tadı – çocukluğumda Burgaz Adası’nda sayısız kereler hissettiğim gibi.

İstanbul duyulara hücum eden bir şehir: görüntüler, sesler, kokular, dokunulan, dokunan şeyler – sokaklarında bunların hepsi her an hayatın içinde. Ama İstanbul aynı zamanda duyuları teskin eden bir şehir: Suyun kenarında sessizce oturuyorum, gözlerimi mavi sularda gezdirip içime sindirirken, yanında bir bardak çayı doya doya içiyor ve hayal kuruyorum!

Sonra tuhaf bir huzur kaplıyor içimi ve kalbime asılan şey bana hala acı veriyor; ama bir yandan İstanbul beni hâlâ böyle etkileyebiliyor diye minnet duyuyorum – kıyılarını terketmemden bu yana 40 yıl geçmiş olmasına rağmen.

Şeyla Benhabib


Başlıyorum.

Karanlık bir pasajın içindeyim. Yandaki kahvehanede oturan adamların sesleri. Adamlar her gün ve bütün gün bu kahvehanede tavla oynuyor, ucuz sigara ve çay içiyor, futbol maçı ve at yarışı seyrediyorlar. Heyecanlandıklarında bağırıyor, ayağa kalkıyor, sigaralarını atıyor, ekrana bakarak ayakta öylece hareketsiz duruyorlar. Sokak kedileri tüm binayı, asla nasıl çekip çevireceklerini bilemedikleri yuvaları olarak benimsemişler. Kapıcı ellerinde torbalarla yavaş yavaş yürüyor, ya sürekli yalan söylüyor ya söylemeyi istiyor; ya da anlatacak çok fazla şeyi var. Nasıl olduğu sorulduğunda “Hayatta kalmaya çalışıyoruz” diyor. Elektrikçinin girişe asılmış tabelası devamlı yanıp sönüyor. Çaycının çırağı yeni bir dövme yaptırmış, saat başı kremlemesi gerekiyor. Döner merdivenler hemen girişin orada bitiyor. Bu eşiğe her gün öğleden sonra saat dörtte, bir adam oturup, ayak parmaklarını inceden inceye pudralıyor.

Sonra duruyorum.

Burada şeyler hep değişiyor. Bunları kaydetmem güzel. Yarın kapıcının evinin yerini bir Starbucks işletmesi alabilir ve/veya bir depremden sonra pasaj kendi yıkıntıları içine gömülebilir ve/veya sokak kedileri yeni AB Sağlık ve Güvenlik yönetmelikleri yüzünden ortadan kaybolabilir. Bir sürü olası olasılık var.

İstanbul’un kahvehane adamları, İstanbul’un kedileri, İstanbul’un çay bardakları… Sizi seviyorum. Lütfen değişmeyin.

Merve Kaptan

paylaş

Cevapla

You must be logged in to post a comment.